dr. pozitif
daha sağlıklı • daha ince
daha genç • daha mutlu
ana sayfa
biz kimiz?
zayıflayalım
besinler
hareketlenelim
sigarasız hayat
hastalanmayalım
gerçekten mi?
haberler
sağlık‑ölçer
gülelim
fat burning calculator
ücretsiz abone olun
bu sayfayı arkadaşıma gönder
ana sayfa
biz kimiz?
zayıflayalım
besinler
hareketlenelim
sigarasız hayat
hastalanmayalım
gerçekten mi?
haberler
sağlık‑ölçer
gülelim
fat burning calculator
___________________________
ücretsiz abone olun
bu sayfayı arkadaşıma gönder
PROBİYOTİKLER-2: Bağırsak florası nasıl oluşur?
PROBİYOTİKLER-2: Bağırsak florası nasıl oluşur?
Dr Ömer Dönderici
04.09.2019

İkiyüz milyon yıllık bir dostluk

Genelde pek fark etmeyiz ama belirli bir ortamı paylaşan farklı canlıların birbirleri arasında ve yaşadıkları çevreyle, geçmişten süzülüp gelen hassas bir denge vardır (ekosistem). Bazen ortamdan lüzumsuzmuş gibi görünen tek bir unsurun kaybı dahi, -zincirleme- ölümcül sonuçlara yol açabilir. 
 
Yaşama alanı, besin, su kaynağı, eş, barınma yeri gibi belirli amaçlar için kimi canlılar, -bazen ölümleri pahasına- birbiriyle rekabet ederken; kimileri de iş birliği yaparak istediklerini almaya çalışır. Bazı iş birlikleri öylesine sıkıdır ki, olmazsa olmazdır.  

İnsan türü olarak bizim de içinde bulunduğumuz memelilerle mikroplar arasındaki ilişki böyledir. Bir tür kader birliğidir: İlk memeliler; küçük cüsseli, hızlı hareket eden ve böceklerle beslenen etçillerdi. Ama et kıt ve erişimi zor bir besindi. Oysa bitkiler yeryüzünü baştan aşağı kaplamış ve en bol bulunan besin kaynağı haline gelmişti. Ne var ki, memelilerin çoğu bitkilerdeki karmaşık karbonhidratları sindiremediğinden, bu bolluktan yeterince faydalanamıyordu. İmdada, onları sindirme yeteneğine sahip mikroplar yetişti. Memeliler sindirim kanalında bu becerikli mikropları ağırlayacak, mikroplar da hem kendileri, hem kendilerine ev sahipliği yapan (konakçı) memeliler için hazmı zor bitki unsurlarını sindireceklerdi. 
 
Bu dayanışma sayesinde çoğu memeli menüsüne, az veya çok bitkileri ekledi; bazısı hepçil olurken, bazısı tümden otçul hale geldi.  
 
İnek, koyun, geyik, deve gibi bazı otçullar; sindirim kanalının başlarında meydana getirdikleri -işkembe gibi- devasa yemek salonlarında önce mikroplarını otla besleyip sonra da semirttikleri mikroplarla kendilerine ziyafet çekme becerisi kazandılar.
 
Domuz, tavşan, at, gergedan gibi bazısıysa yedikleri bitkilerden sindirebildiklerini sindirip, sindiremedikleri artıkları, -hem mikroplar, hem kendileri için sindirmeleri beklentisiyle- sindirim kanalının sonunda bekleşen mikroplara bıraktılar. Başlıca gıdası bitkiler olan diğer primatlar gibi, insan da bu ikinci gruptadır. 
 
***
 
Demem o ki, bağırsak mikroplarıyla insanın kader birliği memelilerin ortaya çıktığı yaklaşık 200 milyon yıl öncesine kadar gider. Kuşkusuz bu dinamik bir ilişkidir. Nasıl ki bir ırmak, kaynağından döküldüğü yere kadar pek çok değişikliğe uğrarsa, insanla mikroplarının ilişkisi de zaman içinde birtakım değişiklikler geçirmiştir. 
 
İnsanların 6-7 milyon yıl önce meyve ağaçlarından inip savanada dolaşmaya ve daha hepçil bir beslenmeye geçişi, çok daha sonra ateşi bulup yemeklerini pişirmeye başlamaları; on bin yıl kadar önce başlayan çiftçilik ve hayvancılık ile bunların bir uzantısı olarak kalabalıklaşmaları ve beslenmelerinin değişmesi; ardından 250 yıl kadar önce başlayan sanayi dönemiyle kırlardan taş ve betona geçiş, kalabalıkların daha da büyümesi ve çok daha fazla kimyasala maruz kalma muhakkak ki, mikroplara da yansıması beklenen değişimlerdir. Bunlara daha yakın zamanlarda hijyen takıntısının had safhaya varmasını, bol kalorili yiyecek ve içeceklere yönelimi, besinlerin fazlaca işlenmesi ve lifsizleştirilmesini, besin olarak tüketilen bitki ve hayvanların genetikleriyle oynanmasını, katkı maddeleri ve antibiyotik kullanımının artışını ekleyebiliriz. 
 
***
Bağırsak floramızın şekillenmesinde birçok unsur birlikte rol oynar
Zamanın akışı içinde birtakım değişiklikler olsa da, insanlarla bağırsak mikroplarının ilişkisi, “geçiyorken uğradım” şeklinde, tesadüfî bir ilişki değildir. Taraflar birbirlerini karşılıklı seçmiş ve uyum sağlamışlardır. 

Ancak bazı mikroplar insan türünün bağırsaklarında yaşayabilir ve insan da ancak belli mikroplara yaşama fırsatı sunabilir. Çalışmalar, insanlarda mikrop örüntüsünde genetiğin payının %40 gibi, hayli yüksek bir oran olduğunu göstermiştir. 
 
Bu sebeplerledir ki, tanımlanmış onlarca bakteri şubesinden (“phyla”) pek azı insanların bağırsaklarında yaşar: Bunlardan ikisi (Firmicutes ve Bacteroides) hâkim durumdadır. Bu ikiliye eklenen 4 şube (Actinobacteria, Proteobacateria, Fusobacteria, Verrucomicrobia) toplamın %90’nı oluşturur. 
 
Mikroplarımızın temel kaynağı uzak ve yakın atalarımızdır (dikey geçiş). Floramızdaki mikropların gen dizilimlerindeki yazım hatalarına (mutasyonlara) bakılarak (moleküler saat), bizden önceki kuşakların izi sürülüp göç geçmişi aydınlatılabilmekte, genetik akrabalıklar saptanabilmektedir. ABD’de beyaz, sarı ve siyah ırk kadınlarının vajen floralarının farklı saptanmış olması ilginçtir. 
 
Ama zaman ırmağının vasıl olduğu günümüzde de değişim sürüp gider. Ortamda olmayan bir mikrop çeşidini edinme şansımız yoktur. Bu yüzden ataların mikrop mirasına, yaşadığımız coğrafya da tesir eder. Söz gelimi Japonlar -başka topluluklardan farklı olarak- su yosununu parçalayabilen bir bakteriye sahiptir. 
 

Bağırsak mikroplarının çoğunu annelerimiz verir

Geçmiş zamanın izini sürmeyi bırakıp günümüze geldiğimizde, -rahatlıkla- bir bireyin bağırsak mikroplarını büyük ölçüde annesinin belirlediğini söyleyebiliriz. Bağırsak çiftliğimizde yaşayacak canlıları, büyük ölçüde annelerin verdikleri şekillendirir. 
 
***
 
Genelde bebeklerin anne karnında mikropsuz olduğu ve ilk mikroplarıyla -normal- doğum sırasında annenin vajeninden geçerken tanıştıkları kabul edilir. Geçiş sırasında mikroplar bebeğin bedenine sıvanır; ağzından-burnundan sindirim kanalına yol alır. 
 
Aslında anne gebeliğin son günlerinde, doğuma yakın, kendisini bu mikrop aktarımına hazırlar: Vajeninde, bebeğin anne sütünü daha iyi sindirmesini sağlayacak -laktobasil türü- mikroplar çok daha fazla çoğalır. Mikropsuz farelere gebelerin dışkısı nakledildiğinde, gebe olmayanların dışkı nakillerine kıyasla, farelerin daha fazla kilo aldıkları belirlenmiştir. 
 
Sezaryenle doğum, annenin bu hazırlığını boşa çıkarır. Bu durumda bebeğe ilk mikroplarını, annenin cildi, doğumu yaptıranların elleri ve doğum yapılan ortam verecektir. Amerika Bağırsak Projesi doktorlarından Rob Knight, -sezaryenin olası olumsuzluklarını bertaraf edebilme umuduyla- eşinin vajen sürüntüsünün yeni doğan bebeğine sıvanması (vajinal inokülasyon) uygulamasının öncüsü oldu.
 
İster normal, ister sezaryenle doğsun; bebeğin kalın bağırsakları -işgal edilmeyi bekleyen- bakir araziler gibidir. İlk işgalcileri, bebeği kuşatan -çevrenin, bakıcıların, sevip okşayanların…- mikropları izler.
 
Bir çalışmada anne ve bebeğin bağırsak floralarının karşılaştırılması; vajinal yolla doğumda %72, sezaryenle doğumda %41 benzerlik göstermiştir. Mikrop çeşitliliği de sezaryenle doğumda, normal doğuma göre daha azdır. Çok muhtemeldir ki, bu farklar yüzünden; değişik araştırmalarda sezaryenle dünyaya gelmiş olanlarda, vajinal yolla doğmuş olanlara göre çocuklukta ve ileri yaşlarda -astım, rinit, dermatit, jüvenil artrit, iltihaplı bağırsak hastalığı, besin alerjisi gibi- alerjik hastalıkların; şişmanlığın, tip 1 şeker hastalığının ve bakteriyel enfeksiyonların daha sık görüldüğü bildirilmiştir.  
 
***
 
Bazı araştırmalar, bebeğin mikropla ilk tanışıklığının vajenden çok daha önceleri gerçekleştiği iddiasındadır. Farklı çalışmalarda gebelerin amniyon sıvısı ve plasentasında, göbek kordonu kanında ve yeni doğanın ilk dışkısında (mekonyum) mikrop saptandığı yayımlanmıştır. Ama şimdilik bu iddialar genel kabul görmemektedir. 
 
***
 
Anne, yalnız doğururken değil, emzirirken de bebeğin mikroplarının temelini atmayı sürdürür. Bazısına göre anne sütü de mikrop içerir. Ama bu doğru olmasa dahi, anne memebaşından pek çok mikrobunu yavrusuna aktarır. 
 
Annenin sütünde normalde bebeğin sindiremeyeceği (oligosakkrit yapısında) gıda unsurları vardır. Sırları tam olarak aydınlatılamadıysa da, bu unsurların beyin gelişiminde paylarının olduğu, enfeksiyonlara karşı koruma sağladıkları iddia edilmiştir. Söz konusu unsurların ancak -Bifidobakteri denen- özel mikroplar yardımıyla sindirilebildiği, bu mikropların da memebaşından bebeğe geçtiği düşünülmektedir. 
 
Emzirilmeyip mamayla beslenenlerde, emzirilenlere göre -mide bağırsak, solunum yolu gibi- bebeklik hastalıklarının, çocuklukta şişmanlık ve lösemi, erişkinlikte şeker hastalığı ve kalp ve damar hastalığı riskinin arttığı saptanmıştır. 
 

Bebeklerin kirlenmesi güzelmiş

Araştırmalar bir kişinin ömür boyu sahip olacağı bağırsak mikrop florasının, yani mikrop bahçemizdeki mikrop çeşit ve oranlarının, yaşamın ilk 2-3 yılında belirlendiğini, daha sonra da -küçük sapmalar dışında- çok değişmediğini gösteriyor. 
 
Yine bir kişi bu bahçede ne kadar fazla çeşitten mikroba sahipse, kişinin o ölçüde sağlıklı olduğuna ilişkin de çok sağlam kanıtlar var. Böylesi bir çeşitliliği ise, doğum sırasında ve emzirirken annelerimizden aldıklarımıza, çevreden aldıklarımızı ekleyerek ulaşabiliriz. Bir önceki paragraftan, bunun da yaşamın ilk 2-3 yılında gerçekleşmesi gerektiğini anlıyoruz. 
 
Yazının en başında da söylediğim gibi, insanların mikroplarla ilk tanışması, içlerinden en kötüleriyle oldu. Bu kötü algı hâlâ çok değişmedi. Çoğu insanın mikrop denince aklına gelen şey; insanı paçavraya çeviren grip, pek çok âşığın sevgilisine kavuşmasını engelleyen verem, yol açtığı salgınlarla yakaladığını bir günde ölüme götürebilen kolera, kudurtarak can alan kuduz, sevimsiz kasılmalarla son bulan tetanoz, Avrupa’yı kasıp kavuran veba, Kızılderililerinin kökünü kazıyan çiçek hastalığı, hazzın bedelini çok ağır ödeten AİDS, orduları savaşmadan yenilgiye uğratan tifüs, kitlesel ölümlere imza atan sıtma, görüntüsüyle yürek paralayan cüzzam, bebekleri boğarak öldüren difteri ve daha niceleridir.
 
Bu yüzdendir ki, toplumdaki yaygın kanaatin bir uzantısı olarak, anne ve babalar, sevgili yavrularını bu “sevimsiz” yaratıklardan uzak tutmak için yoğun bir biçimde çabalar. 
 
Günümüz tıbbı, artık “mikropsuz ortam” çabalarına kuşkuyla yaklaşıyor. Çoğu mikrobun zararsız olduğunu, bazı mikroplara ihtiyacımız olduğunu ve bağırsak mikrop çeşitliliğinin daha iyi sağlık demek olduğunu öğrendik. Artık yaşamın ilk 2-3 yılında hijyen takıntısının o kadar da iyi olmadığı, yaşamın ilk yıllarında çeşitli mikrop ve parazitlerle tanışmanın, bağışıklık sistemine tolerans sağlayıp -astma, alerjik rinit, atopik dermatit gibi- alerjik hastalıkları önlediği (“hijyen hipotezi”), makul ölçülerde “kirlenmenin güzel olduğu” iddiaları fazlaca taraftar bulmaya başladı. 
 
Araştırmalar kırsal bölgede (bağda bahçede) yaşayanların, kalabalık ailelerin çocuklarının, oyun arkadaşı sayısı fazlaların, kedi ve özellikle de köpek gibi evcil hayvan besleyenlerin -başta çeşitlilik olmak üzere- daha sağlıklı bir mikrop profiline sahip olduğunu ortaya koydu.
 
Emziği bebeğe vermeden önce ağzında temizleyen annelerin bebeklerinin, emziği adeta steril hale getirdikten sonra veren annelerin bebeklerine göre çok daha az alerjik bulunması dikkate değerdir.
 

Prebiyotikle beslenmeyen probiyotikten hayır gelmez!

Her canlı gibi bağırsaklarımızda yaşayan mikropların da enerji ve yapı malzemelerine yani beslenmeye ihtiyacı vardır. Bizi onlara, onları bize mahkûm kılanın, temelde bizim sindiremediğimiz -karbonhidrat yapısındaki- bitkisel unsurlar ya da kabaca lifler olduğunu belirtmiştim. 
 
Artık yaşamın başlarında olabildiğince çeşitlilik gösteren sağlıklı bir bağırsak florası edinmenin (mikrop bahçemizde çok çeşitli türler beslemenin) önemli olduğunu biliyoruz. Ama -sağlığımıza katkıları için- ayrıca bir yaşam boyu onlara gerekli özeni gösterip beslemek zorundayız. 
 
Bağırsaklarımızda yalnız lifleri değil, yağ ve proteinleri sindirebilen mikroplar da bulunur. Bir bakıma, bahçemizde ne kadar farklı türü besleyeceğimiz ve hangilerinin daha fazla üremesine fırsat vereceğimiz; onları nelerle beslediğimize bağlıdır. Kökü milyonlarca yıl öncesine dayanan -evrimsel- insan-mikrop ortaklığının ve bir bakıma karşılıklı taahhüdün sindirilemeyen bitkisel unsurlar olduğunu ve böylesi bir seçimin iki tarafın da çıkarına olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum. 
 
Daha da ötesi, çoğu bitkisever mikrobun da farklı bitki tercih ve ihtiyaçları vardır. Tükettiğimiz bitkilerin çeşitliliği, mikroplarımızın da çeşitliliğini destekler. Kadim atalarımızın bizden katbekat fazla bitki çeşidiyle beslendiği düşünülmektedir. 
 
Araştırmalar -sağlıklı bir floranın özelliği olan- mikrop çeşitliliğinin -memeliler arasında- en fazla otçullarda, en az etçillerde olduğunu, hepçillerin bu ikisi arasında olduğunu gösterdi. 
 
İhtiyacı karşılanmayan veya sindiremeyeceği besin unsurlarına mahkûm edilen mikroplar ya yok olur ya da -en azından- değişime uğrar: Girdileri karşılanmayan bir mikrop, artık yerine getiremeyeceği işleve ait genleri inaktif hale getirir (gen ifade değişikliği: epigenetik) veya artık işlevsiz hale gelen geni dışarı atarak -gereksizleşen genin- külfetinden kurtulur. İşin kötüsü, her iki değişimin de sonraki kuşaklara aktarılması ve muhtemel bir faydadan mahrum kalmaktır. 
 
Kısacası; faydalı bağırsak mikroplarını besleyen gıdalara yani “prebiyotiklere” ihtiyaç vardır ve probiyotikler ile prebiyotikler birbirini tamamlayan -ayrılmaz- bir bütündür. (Faydalı bakterilerin -o ile- probiyotik, bu bakterileri teşvik eden gıdaların -e ile- prebiyotik şeklinde adlandırıldığına dikkatinizi çekerim.)
 
***
 
İnsanın sindiremeyip mikroplara bıraktığı lifler geniş bir ailedir. Mikroplar her lifi tüketmez veya tüketemez. Lifin prebiyotik değeri kazanması için, -mikrop tarafından- mayalanabilmesi (fermante olabilmesi) gerekir. Yani her lif prebiyotik değildir. Suda çözünebilen lifler ile “dayanıklı” nişasta mayalanabilir. Oysa suda çözünemeyen lifler mayalanamadığından mikroplar tarafından kullanılmaz (prebiyotik değildir) ama onlar da çok faydalıdır. (Farklı gıdalarda suda çözünen ve çözünemeyen lif miktarları ve lifin faydaları için “http://drpozitif.com/diyet.aspx/diyet-lifler” bağlantısına bakabilirsiniz.)
Probiyotiklerin prebiyotiklere ihtiyacı vardır 
Suda çözünebilen lif çeşitlerinden inülin soğan, sarımsak, pırasa, enginar, kuşkonmaz, hindiba kökü ve muzda; pektin elma, armut, erik ve turunçgillerde; rafinoz fasulye, lahana, Brüksel lahanası ve brokolide; beta glukan arpa ve yulaf rüşeymi ile mantar ve -yosun gibi- deniz bitkilerinde boldur. 
 
Dirençli nişasta, farklı sebeplerle sindirilemediğinden kalın bağırsağa ulaşan ve mikroplar tarafından sindirilen nişastadır. Tahıl, bakliyat ve tohumlarda lifli duvar sindirimi engelleyebilir. Pişirilip soğutulunca, patates ve pirinçteki nişastanın bir bölümü dirençli hale geçer.
 
Son yıllarda, -saydığımız- doğal prebiyotikler yanında, gıda endüstrisi sentetik prebiyotikler üretmeye başladı. Bu çabalar, belirli probiyotiklerle, onlarla daha iyi uyum göstereceği düşünülen -doğal veya sentetik- prebiyotiklerin yan yana getirildiği ürünler (“sinbiyotik ya da eşbiyotik”) ile daha da ileri taşındı. 
 
***
 
Prebiyotiklerin tek yararı faydalı mikropları beslemeleri değildir. Ya faydalı mikroplar üstünden ya da doğrudan sağlığı çok yönlü olumlu etkilerler: Kalsiyum, emilimini iyileştirirler. Doygunluğa katkı sağlarlar. Bağışıklık sistemini ve bağırsak bariyerini desteklerler. Dışkılamayı -ishal ve kabızlık sapmalarını azaltacak şekilde- iyileştirir; hassas bağırsak sendromu belirtilerini hafifletirler. İnsülin direncini azaltır, kan şekeri kontrolünü ve kan yağları seviyesini olumlu etkilerler. Alerji riskini azaltırlar. Protein mayalanmasını azaltarak potansiyel zararlı bileşiklerin oluşma riskini düşürürler.
 

Bağırsak florası hacıyatmaz gibidir, nadiren yıkılır

Yakın ve uzak atalarımızdan annemize, annemizden ve bizi kuşatan ortamdan bize geçen, yediklerimizle desteklediğimiz mikrop toplulukları 2-3 yaşlarında istikrar kazanır. Bu bireye özgü, -mikrop çeşit ve oranları bakımından- bir başkasınınkine benzemeyen bir mikrop örüntüsüdür. Üstelik ömür boyu kolay kolay da değişmez. Bu özellikleri nedeniyle bir tür parmak izi gibidir. 
 
Değişmezliğin en temel sebebi, yaşamın başlarında bakir bağırsak bölgelerine tutunmayı başaran ilk yerleşimcilerin adeta bölgelerini tapulamaları, -ömürleri kısa olsa da- mülkiyet miraslarını kendinden sonraki kuşaklara devretmeleri ve bölgelerine göz diken yabancı istilacılara kolay kolay fırsat vermemeleridir. 
 
Ayrıca istikrar kazanıp bağırsağın sakini olabilmiş bir mikrop bedenin de onayını almış, bir tür anahtar-kilit uyumu sağlayabilmiş demektir. 
 
***
 
Parmak iziymişçesine ömür boyu süren istikrar, bağırsak mikrop örüntüsünün hiçbir şeyden etkilenmediği anlamına gelmez. Tam tersine an be an değişebilen, sürekli küçük oynamalar gösteren, -ama genel istikrarını koruyabilen- çok dinamik bir mikrop örüntüsü vardır. Dahası pek çok şey daha da ciddi sapmalara neden olup söz konusu istikrarı tehdit eder. 
 
Ama bağırsağın sakinleri, dalgalansalar, hatta sarsılsalar da, -her zaman olmasa da- genellikle -bir hacıyatmaz gibi- -eski- istikrarlarını yeniden kazanır. Bunu nadiren başaramazlar. 
Pek çok şey dalgalanmaya neden olsa da, bağırsak florası genelde istikrarını korur.
Şimdi nelerin salınma ve sapmaya neden olabileceğine bakalım:
  • Yediğimiz her şey ve her açlık ya da sindirim kanalındaki -salgılar, hareketler gibi- işlev değişiklikleri; günün farklı saatlerinde mikroplarda da bir değişim dalgasına neden olur (diürnal ritim).
  • Son dönemde yapılan bazı çalışmalar, egzersizin de mikrop kompozisyonunu etkileyebildiğini, kısa zincirli yağ asidi (>bütirat) üretimini artırabildiğini ve tersine, sağlıklı bir floranın antioksidanlar üstünden egzersiz performansını iyileştirebildiğini gösterdi. 
  • Antibiyotikler, bağırsak mikroplarının baş belası sayılır. Çünkü antibiyotikler, mikropları öldürmek veya üremelerini önlemek için tasarlanmışlardır. Derecesi (spektrumu) antibiyotikten antibiyotiğe değişse de, antibiyotikler genelde yalnız bizi hasta eden mikrobu değil, yanı sıra başka pek çok başka -faydalı- mikrobu da öldürür veya işlevsiz hale getirir. Özellikle bebeğin ve -gebeliğin sonlarında- annenin antibiyotik alması, muhtemel zararların kalıcı olmasına neden olabilir. 
  • Çeşitli sebeplerle yapılan boşaltıcı lavmanlar, bağırsak boşluğundaki (lümen) mikropları vücuttan uzaklaştırır. Ama bağırsağı sıvayan sümüksü katmandakiler daha az zarar görür. Kimilerine göre, -apandisit ameliyatlarıyla çıkarılan- kalın bağırsağın başlarındaki solucansı uzantı (apendiks), mikroplar için bir tür tohum bankası işlevi üstlenir. 
  • Antibiyotikler kadar olmasa da bazı ilaçlar, çeşitli kimyasallar, gıdalardaki böcek öldürücü (ensektisit) kalıntıları ve sigara; mikropları, mikroplar da onları etkileyebilir.
  • Kronik stres; daha çok sindirim kanalında yol açtığı değişiklikler, kısmen de doğrudan mikroplara tesirle -başta laktobasiller olmak üzere- faydalı mikropları azaltır; zararlı mikroplar ve onların neden olabileceği enfeksiyonlar için fırsat yaratır. Bu bağlamda, annenin strese maruz kalması, -en başta vajinal floranın olumsuz etkilenmesi olmak üzere, farklı mekanizmalarla- doğacak yavrunun florasının zayıf kalmasına sebep olabilir.
  • Sindirim kanalını etkileyebilen farklı hastalıklar; tutundukları bağırsak duvarı, duvarı sıvayan sümüksü katman, ortamın asitlik derecesi, savunma direnci gibi çeşitli unsurları etkileyerek florayı değiştirebilir. Bazı zararlı (patojen) mikroplar, vücut ve bağırsak mikroplarının direncini alt etmeyi başarabilir. 
  • Yaşlılıkta; bağırsak hareketlerinde azalma, bağışıklık sisteminin göreli zafiyeti, çeşitli sebeplerle ortaya çıkan beslenme bozuklukları, farklı işlevlerdeki gerileme gibi sebepler; bağırsak florasında -çeşitlilikte azalma ve oransal değişimler şeklinde- anlamlı sapmalar yaratabilir. 
 Bağırsak florası parmak izi gibidir, bozulmalara karşı kendini onarabilir.
 Sonraki bölüm: Mikroplara barınak olan bağırsaklar
| yukarı |
 Kapat   X  dr. pozitif'e kaydolun- gökkuşağı

dr. pozitif'e ücretsiz kaydolun. Daha sağlıklı, daha ince, daha genç, daha mutlu olma yolunda gelişmeleri, yenilikleri size haber verelim.



Veya aşağıdaki formu doldurup Kaydet düğmesine basın
Adınız:
Soyadınız:
E-Postanız:
ana sayfa
biz kimiz?
zayıflayalım
besinler
hareketlenelim
sigarasız hayat
hastalanmayalım
gerçekten mi?
stres
sağlık‑ölçer
gülelim
fat burning calculator
___________________________
ücretsiz abone olun
bu sayfayı arkadaşıma gönder